6 Ekim 2014 Pazartesi

Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf / İngiliz Yazar


Benim okuduğum kitabı Remzi Kitabevinden olan bu basımıydı. Kapağı  diğer yayınlara oranla daha çok hoşuma gitti. Öncelikle kitabın kapağında ki yazıyı aktarmak istiyorum.

"Kadının sadece edebiyatta değil, hayatta da yok sayıldığı dönemlerden geçti insanlık. Eğitim, kültür, iş, kazanç, hatta yaşam hakları elinden alınan kadınlar, erkek egemen bu dünyada bazen durumu kabullenerek, bazen canları pahasına mücadele ederek, bazen de erkek rollerine bürünerek yaşadılar. Erkek egemen toplum, kadının gücünden habersiz, üretkenliğinden kaygılı, yaratıcılığından kuşkuluydu.

Viriginia Woolf, feminist düşüncenin başucu kitaplarından olan Kendine Ait Bir Oda'da işte bu düşünce yapısını ele alıyor. Kadınlar, yaratıcı ürünler ortaya koyamaz mı, yoksa tek sorun bunun için kendilerine fırsat verilmemesi midir? Shakespeare'in yazar bir kız kardeşi olsaydı neler yaşardı? Kadının yaratıcı yazın üretmesi için neye ihtiyacı vardır? Maddi güç? Yaratıcı zeka? Fikir özgürlüğü? Kendine ait bir oda?"



Yazar bu kitabı yazarken sadece iki konudan yola çıkmış. Kadınlar ve kurmaca edebiyat.
(Kurmaca edebiyat dediği şey, kurgu, hayal ürünü.) Bunu benden istediniz ve nereden nasıl başlayabileceğimi bilemedim diyor. Size iki günümü ayıracağım ve beraber neler olacağını göreceğiz diyor.
Öncelikle beraber bir nehrin kıyısında oturuyoruz, manzarayı izliyoruz ve düşünüyoruz. Ahh ne kadar da basit dile getiriyorum değil mi? Aklımıza bir fikir geldiğinde ancak şöyle oluyoruz;

"Düşünce -hak ettiğinden daha vakur bir ad vermek için böyle diyelim ona- oltasını nehrin derinliklerine bırakmıştı. Dakikalar birbirini izlerken o, yansımalar ve otlar arasında bir o yana bir bu yana salınıyor, suyun kendisini kah kaldırıp kah batırmasına bırakıyordu. Nihayet, oltanın ucundaki o küçük çekişi bilirsiniz ya, oltanızın ucunda ani bir birikimle bir fikir oluşur, sonra onu dikkatlice çekip alır, özenle yere serersiniz ya?
Heyhat, çimlerin üzerinde uzanmış yatan fikrim ne kadar küçük, ne kadar önemsiz görünüyordu; iyi bir balıkçının daha çok semirip günün birinde pişirilip yenmeye değecek hale gelmesi için tekrar suya bırakacağı cinsten bir balık."

Ben bu ustalığa söyleyecek tek söz bulamadım. Öylece kalakaldım. Balıkta tekrar nehire büyümeye gitti zaten :)
Sonra nehir kıyısından kalktık büyük bir üniversitenin çimenlerinde yürümeye başladık, bir bekçi tarafından oradan kovulduk, taşlık yola itelendik. Çünkü çimenlik alan sadece akademisyenlere aitti ve kadınlar o dönemde okula gönderilmiyordu. Bu durumu kendimize yediremedik ama fazla da önemsemeden oradan ayrıldık. Beraber yemekler yedik dostlarla. Şöyle hissettik;

"...Aceleye gerek yok. Parıldamaya gerek yok. Kendinden başka biri olmana gerek yok. Hepimiz cennete gidiyoruz ve Vandyck da gruba dahil; bir başka deyişle, iyi bir sigara yakıp pencere kenarındaki minderlere gömülünce hayat ne kadar güzel geliyordu insana, ödülleri ne tatlı, bu garez ya da şu yakınma ne önemsiz, dostluk ve kafa dengi bir çevre ne denli değerli..."

Sonra yolda yürürken şiirler mırıldandık ve Virginia şöyle dedi;

"Şimdi, beni izlemenizi rica edeceğim, sahne değişmişti. Yapraklar hala dökülüyordu ama artık Oxbridge'de değil, Londra'da; sizden bir de oda hayal etmenizi istemeliyim, binlercesi gibi, penceresi insanların şapkalarının, kamyonetlerinin ve otomobillerin üzerinden başka pencerelere bakan bir oda, içinde masada boş bir kağıt, üzerinde iri harflerle yalnızca KADINLAR VE KURMACA EDEBİYAT yazılı, o kadar."

Daha sonra yazar, kadın ve erkek arasındaki imkan farklarına değiniyor ve yıllara göre kadınlar hakkında yazılmış, kadınların yazdığı kitapları ele alıyor inceliyor.
O dönemde önemli sayılan erkek yazarların kadınlar hakkında ne denli kötü şeyler yazdığına çok şaşırdım. Bizden beklenen evde oturmak, çocuk bakmaktı sadece, düşünmek, üretmek erkeklerin işiydi.

Sonra olmazsa olmaz Jane Austen'den bahsediyor yazarımız, o ünlü kitapları, olduğu o büyük kişiyi yine aynı dönemde yazdığını ben hiç hayal etmemiştim daha önce. Virginia Woolf kadınların kendilerine ait bir odaları olsa kim bilir nasıl üretken olabileceklerinin üzerini çiziyor defalarca. Jane Austen'ın kendine ait bir odası yokmuş, yazması, düşünmesi yasak olduğu bir dönemde o kitapları doğurmuş, birisi salona girdiğini zaman yazmakta ve odaklanmakta olduğu kitapları saklamak zorundaymış, o dönemde kadınlar kapının gıcırdamasından hoşnutmuş, çünkü yazmakta oldukları yazıları saklamak için zamanları olurmuş.
Bu bilgiler beni büyüledi. Şimdiye kadar Virginia gibi Jane Austen'i de okumadım ama artık bu gözle okuyacağım. Acaba tam nerede ne için bölündü yazar ve ne yapmak için..


Kitap daha çok bir kendinle konuşma şeklindeydi. Sanki yazar sesli düşünüyordu yada doğrudan bizimle konuşuyordu. Zekasının kıvrımlarında, cümlelerinin ahenginde gidip geldik beraber. Daha çok fazla şey yazılabilir bu kitap hakkında da bu yazar hakkında da bu dönem hakkında da ama bu kadarı şimdilik yeterli diye düşünüyorum.Kesinlikle bilhassa kadınların okuması gereken bir kitaptı.


Virginia Woolf'un temenni ve tavsiyeleri ile bitirmek çok hoş olur..

"Bu nedenle ister incir çekirdeğini doldurmayan, ister uçsuz bucaksız bir konu da olsun, sizin hiç duraksamadan her türlü kitabı yazmanızı isterim. Umut ediyorum ki ne yapıp edip yolculuk yapmaya, zaman öldürmeye, dünyanın geleceği ya da geçmişi üzerine düşünüp taşınmaya, kitaplar hakkında hayal kurmaya ve sokak köşelerinde aylak aylak dolaşıp düşüncenin oltasını akarsuyun derinliklerine salmaya yetecek kadar para sahibi olursunuz. Çünkü sizi kesinlikle kurmaca edebiyatla sınırlamıyorum. Eğer beni ve benim gibi binlerce insanı hoşnut etmek isterseniz, gezi ve macera, araştırma ve bilim, tarih, biyografi,eleştiri, ve felsefe kitapları yazabilirsiniz. Böyle yapmak suretiyle, kuşkusuz kurmaca edebiyat sanatına da yarar sağlayacaksınız. Çünkü kitaplar bir şekilde birbirini etkiler."


"...ve her birimiz yılda beş yüz sterline ve kendimize ait bir odaya sahip olursak; eğer tam anlamıyla düşündüğümüzü yazacak özgürlük alışkanlığımız ve cesaretimiz olursa; eğer ortak oturma odasından biraz kaçıp kurtulur da insanları her zaman birbiriyle ilişki halinde değil, gerçeklikle ve aynı zamanda gökyüzüyle, ağaçlarla ya da kendi içlerinde her ne varsa onunla ilişki halinde görürsek.....
Ama ben iddia ediyorum ki biz onun için çalışırsak o gelecektir ve bu amaç, yoksulluk ve bilinmezlik içinde bile olsa, uğrunda çalışmaya değer."



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder