21 Aralık 2014 Pazar

Maya Angelou'dan tüm kadınlara..



Bir kadın hiç istemese, ihtiyacı olmasa bile istediğinde evden ayrılıp kendine ev kiralayacak kadar paraya sahip olmalı,
Bir kadın giyecek mükemmel bir şeye sahip olmalı ki patronu ya da hayallerinin aşkı bir saat içinde onu görmek istediğinde hazır olsun,
Bir kadın dönüp baktığında hoşnut olduğu bir gençliğe sahip olmalı,
Bir kadın yaşlandığında anlatmayı dört gözle bekleyeceği yeterince ilginç bir geçmişe sahip olmalı,
Bir kadın bir tornavida setine, bir kablosuz matkaba ve bir siyah dantelli sutyene sahip olmalı,
Bir kadın onu her zaman güldüren ve onun ağlamasına izin veren bir arkadaşa sahip olmalı,
Bir kadın daha önce ailesinde kimseye ait olmayan iyi bir mobilyaya sahip olmalı,
Bir kadın misafirlerini şereflendirecek sekiz eş tabak, ayaklı şarap kadehi ve yemek tarifine sahip olmalı,
Bir kadın kaderini kontrol edebileceği duygusuna sahip olmalı.

Her kadın kendini kaybetmeden aşık olmayı bilmeli.
Her kadın bir işi bırakmayı, bir sevgiliden ayrılmayı ve arkadaşlığa zarar vermeden arkadaşına karşı durmayı bilmeli.
Her kadın ne zaman daha fazla deneyeceğini ve ne zaman yoluna devam edeceğini bilmeli.
Her kadın baldırlarının uzunluğunu, kalçalarının genişliğini ya da ailesinin doğasını değiştiremeyeceğini bilmeli.
Her kadın bilmeli ki çocukluğu mükemmel geçmemiş olabilir ama o bitti.
Her kadın aşk ya da daha başka şeyler için ne yapıp ne yapmayacağını bilmeli.
Her kadın sevmese de nasıl yalnız yaşanacağını bilmeli.
Her kadın kime güvenebileceğini, kime güvenemeyeceğini ve bunun kişisel olarak algılanmaması gerektiğini bilmeli.
Her kadın ruhu yatıştırılmaya ihtiyaç duyduğunda nereye gideceğini bilmeli.
Her kadın bir günde, bir ayda, bir yılda ne başarabileceğini ve ya ne başaramayacağını bilmeli.

Bir Kadın / Maya Angelou

İstedim ki, 2014 yılı biterken, 2014 yılında yitirdiğimiz bu güzel düşüncelere sahip güçlü kadını bir kez daha analım.. Teşekkürler yaptıkların için güzel kadın.

24 Ekim 2014 Cuma

Hayatım kitapların arasında geçti...

                                                                                *

"Hayatım kitapların arasında, ortasında geçti. Birkaçını yazdım, birçoğunu yaptım, daha çoğunu okudum, okumak için edindim, edinmek için elledim, sayfalarını karıştırdım, evimin duvarlarını kaplamalarından zamanla bir tür güvence duygusu yonttum. Neredeyse bütün düşüncelerimin, duygularımı harekete geçiren kıvılcımların kaynağında, kökünde, kuyusunda yeraldı kitaplar."

Kitapevi* / Enis Batur

13 Ekim 2014 Pazartesi

Aldatmak - Paulo Coelho / Brezilyalı Yazar


Paulo Coelho. Kendisini çok severim. Her çıkan kitabı okunur diye düşündüğüm yazarlar arasındaydı. Bununla beraber 9 kitabını okumuş bulunmaktayım. Son çıkardığı bir kaç kitabını okumamıştım ama bu kitabı çok büyük sükse yaptı. Her yerde, gazetelerde, dergilerde, reklam panolarında, metrobüse binerken dahi bu kitabın afişini görüyorum her yerde. Bu kadar ara vermek iyidir deyip aldım, özlemle başladım ama pek de memnun kalamadım. Yeni ve değerli yazar keşfetmelerim yüzünden zevkim mi değişti acaba diye bile düşündüm.
Kitap hala deli gibi satıyor. Herkes bu aldatma hikayesini merak ediyor. Yazar facebook sayfasında neredeyse her gün hayranlarından gelen kitap ile beraber çekilmiş onlarca resimleri yayınlıyor. Acaba diğer insanlar nasıl düşünmektedirler diye merak içerisindeyim. Aranızda okuyanlar varsa lütfen yazsın.

Şöyle ki baş karakterimiz Linda, kadın, aldatan o. Aldatan kişinin kadın olması hoşuma gitti aslında, aldatmak uzun zamandır erkeklerin boynunda. Yazarın kadın karakter olarak yazması da hoşuma gitti, tekrar. Ama çok fazla olmamışlık vardı sanki, edebi değeri düşüktü.
Linda herşeye sahip, harika bir kocası, mutlu güzel çocukları, başarılı bir işi, huzurlu bir evi var. Depresyona giriyor, kendini mutsuz yalnız hissediyor. Aslında girdiği depresyon zaman zaman değil çoğu zaman bizim de girdiğimiz türden. Bilgili ve araştırmacı bir kadın. Zaten gazeteci. Böyle bir arkadaşımız olsaydı ona tavsiye olarak neler verirdik yada biz neler yapardık hepsini biliyor. Ama yeterli gelmiyor..Çözümü bu heyecan arayışında buluyor. Bazen aşık oldu sanıyor, bazen karısına sinir olduğu için hırs yapıp onları ayırmak istiyor, bazen kocasına aşık ve bağlı olduğunu söylüyor, bazen herşeyden sıkılıyor. Ama hiç pişman olmuyor. Burası bana ilginç geldi, insanın kaybedecek bu kadar şeyi olursa pişman olmalı, eşim öğrenir diye çekinmeli bence ama o çekinmiyor. Herşeye razı.
Sonra adamdan vazgeçiyor. Eşi de hafif sezdiği için ona itiraf edip rahatlamak istiyor. Ama kocası o itiraf etmeden onu susturuyor ve ben ne olursa olsun senin yanındayım ve hep de öyle kalıcam diyor ve aralarında hiç o konuşmalar geçmiyor.

Sondaki o sevgi üzerine deneyimlerle elde edilmiş düşünceler, konuşmalar gerçekten güzeldi. Tekrar açıp açıp okuyabilirim o kısmı sanırım. Bazen anlayamadığımız yaşayışlar, kavramlar bize yer eder. Düşünmek bile o duygulara yer açar. Bende de öyle oldu. Kocasıyla arasında olan ilişki bana ilham verdi. Eh kötü durumlardan bile iyi sonuçlar çıkarmakta üstüme yoktur.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf / İngiliz Yazar


Benim okuduğum kitabı Remzi Kitabevinden olan bu basımıydı. Kapağı  diğer yayınlara oranla daha çok hoşuma gitti. Öncelikle kitabın kapağında ki yazıyı aktarmak istiyorum.

"Kadının sadece edebiyatta değil, hayatta da yok sayıldığı dönemlerden geçti insanlık. Eğitim, kültür, iş, kazanç, hatta yaşam hakları elinden alınan kadınlar, erkek egemen bu dünyada bazen durumu kabullenerek, bazen canları pahasına mücadele ederek, bazen de erkek rollerine bürünerek yaşadılar. Erkek egemen toplum, kadının gücünden habersiz, üretkenliğinden kaygılı, yaratıcılığından kuşkuluydu.

Viriginia Woolf, feminist düşüncenin başucu kitaplarından olan Kendine Ait Bir Oda'da işte bu düşünce yapısını ele alıyor. Kadınlar, yaratıcı ürünler ortaya koyamaz mı, yoksa tek sorun bunun için kendilerine fırsat verilmemesi midir? Shakespeare'in yazar bir kız kardeşi olsaydı neler yaşardı? Kadının yaratıcı yazın üretmesi için neye ihtiyacı vardır? Maddi güç? Yaratıcı zeka? Fikir özgürlüğü? Kendine ait bir oda?"



Yazar bu kitabı yazarken sadece iki konudan yola çıkmış. Kadınlar ve kurmaca edebiyat.
(Kurmaca edebiyat dediği şey, kurgu, hayal ürünü.) Bunu benden istediniz ve nereden nasıl başlayabileceğimi bilemedim diyor. Size iki günümü ayıracağım ve beraber neler olacağını göreceğiz diyor.
Öncelikle beraber bir nehrin kıyısında oturuyoruz, manzarayı izliyoruz ve düşünüyoruz. Ahh ne kadar da basit dile getiriyorum değil mi? Aklımıza bir fikir geldiğinde ancak şöyle oluyoruz;

"Düşünce -hak ettiğinden daha vakur bir ad vermek için böyle diyelim ona- oltasını nehrin derinliklerine bırakmıştı. Dakikalar birbirini izlerken o, yansımalar ve otlar arasında bir o yana bir bu yana salınıyor, suyun kendisini kah kaldırıp kah batırmasına bırakıyordu. Nihayet, oltanın ucundaki o küçük çekişi bilirsiniz ya, oltanızın ucunda ani bir birikimle bir fikir oluşur, sonra onu dikkatlice çekip alır, özenle yere serersiniz ya?
Heyhat, çimlerin üzerinde uzanmış yatan fikrim ne kadar küçük, ne kadar önemsiz görünüyordu; iyi bir balıkçının daha çok semirip günün birinde pişirilip yenmeye değecek hale gelmesi için tekrar suya bırakacağı cinsten bir balık."

Ben bu ustalığa söyleyecek tek söz bulamadım. Öylece kalakaldım. Balıkta tekrar nehire büyümeye gitti zaten :)
Sonra nehir kıyısından kalktık büyük bir üniversitenin çimenlerinde yürümeye başladık, bir bekçi tarafından oradan kovulduk, taşlık yola itelendik. Çünkü çimenlik alan sadece akademisyenlere aitti ve kadınlar o dönemde okula gönderilmiyordu. Bu durumu kendimize yediremedik ama fazla da önemsemeden oradan ayrıldık. Beraber yemekler yedik dostlarla. Şöyle hissettik;

"...Aceleye gerek yok. Parıldamaya gerek yok. Kendinden başka biri olmana gerek yok. Hepimiz cennete gidiyoruz ve Vandyck da gruba dahil; bir başka deyişle, iyi bir sigara yakıp pencere kenarındaki minderlere gömülünce hayat ne kadar güzel geliyordu insana, ödülleri ne tatlı, bu garez ya da şu yakınma ne önemsiz, dostluk ve kafa dengi bir çevre ne denli değerli..."

Sonra yolda yürürken şiirler mırıldandık ve Virginia şöyle dedi;

"Şimdi, beni izlemenizi rica edeceğim, sahne değişmişti. Yapraklar hala dökülüyordu ama artık Oxbridge'de değil, Londra'da; sizden bir de oda hayal etmenizi istemeliyim, binlercesi gibi, penceresi insanların şapkalarının, kamyonetlerinin ve otomobillerin üzerinden başka pencerelere bakan bir oda, içinde masada boş bir kağıt, üzerinde iri harflerle yalnızca KADINLAR VE KURMACA EDEBİYAT yazılı, o kadar."

Daha sonra yazar, kadın ve erkek arasındaki imkan farklarına değiniyor ve yıllara göre kadınlar hakkında yazılmış, kadınların yazdığı kitapları ele alıyor inceliyor.
O dönemde önemli sayılan erkek yazarların kadınlar hakkında ne denli kötü şeyler yazdığına çok şaşırdım. Bizden beklenen evde oturmak, çocuk bakmaktı sadece, düşünmek, üretmek erkeklerin işiydi.

Sonra olmazsa olmaz Jane Austen'den bahsediyor yazarımız, o ünlü kitapları, olduğu o büyük kişiyi yine aynı dönemde yazdığını ben hiç hayal etmemiştim daha önce. Virginia Woolf kadınların kendilerine ait bir odaları olsa kim bilir nasıl üretken olabileceklerinin üzerini çiziyor defalarca. Jane Austen'ın kendine ait bir odası yokmuş, yazması, düşünmesi yasak olduğu bir dönemde o kitapları doğurmuş, birisi salona girdiğini zaman yazmakta ve odaklanmakta olduğu kitapları saklamak zorundaymış, o dönemde kadınlar kapının gıcırdamasından hoşnutmuş, çünkü yazmakta oldukları yazıları saklamak için zamanları olurmuş.
Bu bilgiler beni büyüledi. Şimdiye kadar Virginia gibi Jane Austen'i de okumadım ama artık bu gözle okuyacağım. Acaba tam nerede ne için bölündü yazar ve ne yapmak için..


Kitap daha çok bir kendinle konuşma şeklindeydi. Sanki yazar sesli düşünüyordu yada doğrudan bizimle konuşuyordu. Zekasının kıvrımlarında, cümlelerinin ahenginde gidip geldik beraber. Daha çok fazla şey yazılabilir bu kitap hakkında da bu yazar hakkında da bu dönem hakkında da ama bu kadarı şimdilik yeterli diye düşünüyorum.Kesinlikle bilhassa kadınların okuması gereken bir kitaptı.


Virginia Woolf'un temenni ve tavsiyeleri ile bitirmek çok hoş olur..

"Bu nedenle ister incir çekirdeğini doldurmayan, ister uçsuz bucaksız bir konu da olsun, sizin hiç duraksamadan her türlü kitabı yazmanızı isterim. Umut ediyorum ki ne yapıp edip yolculuk yapmaya, zaman öldürmeye, dünyanın geleceği ya da geçmişi üzerine düşünüp taşınmaya, kitaplar hakkında hayal kurmaya ve sokak köşelerinde aylak aylak dolaşıp düşüncenin oltasını akarsuyun derinliklerine salmaya yetecek kadar para sahibi olursunuz. Çünkü sizi kesinlikle kurmaca edebiyatla sınırlamıyorum. Eğer beni ve benim gibi binlerce insanı hoşnut etmek isterseniz, gezi ve macera, araştırma ve bilim, tarih, biyografi,eleştiri, ve felsefe kitapları yazabilirsiniz. Böyle yapmak suretiyle, kuşkusuz kurmaca edebiyat sanatına da yarar sağlayacaksınız. Çünkü kitaplar bir şekilde birbirini etkiler."


"...ve her birimiz yılda beş yüz sterline ve kendimize ait bir odaya sahip olursak; eğer tam anlamıyla düşündüğümüzü yazacak özgürlük alışkanlığımız ve cesaretimiz olursa; eğer ortak oturma odasından biraz kaçıp kurtulur da insanları her zaman birbiriyle ilişki halinde değil, gerçeklikle ve aynı zamanda gökyüzüyle, ağaçlarla ya da kendi içlerinde her ne varsa onunla ilişki halinde görürsek.....
Ama ben iddia ediyorum ki biz onun için çalışırsak o gelecektir ve bu amaç, yoksulluk ve bilinmezlik içinde bile olsa, uğrunda çalışmaya değer."



3 Ekim 2014 Cuma

Sıradaki yazar, eleştirmen, feminist Virginia Woolf.

Okumakta olduğum kitabı bitti bile! Başka bir kitaba da başladım fakat hala yazısını yazamadım. Belki hayatın telaşından belki zor bir kadın zor bir kitap oluşundan bilemiyorum.
Elbette onu hep duyuyor, tanıyor, biliyordum ama okumak fırsat olmamıştı. İlk defa bir kitabını okudum. Okumadan bilinmezmiş meğersem! 
Çok ağır bir dili var. Aslında bahsettiği şey yada kelimeleri değil, sadece sizi bir yerden alıp başka yerlere götürüyor. Onu anlamak için, onunla dans edebilmek için onun adımlarını takip etmeniz gerekiyor. Ben onu okumak için gece olmasını bekledim şahsen tüm dikkatimi verebilmek için. Sonuçtan ve bana kattıklarından çok da memnun kaldım. Bence onu hiç okumamak bir eksiklik.

Tabii ki gerek okurken, gerek kitap bittiğinde yazar araştırmalarımı da yaptım blog için. Teşekkür ederim blog. Sayende gelişiyorum. Öylesine üzerinden geçmiyorum. Öğreniyorum. Değiniyorum. Böylece okurken yazarın hayatını bildiğim için nerede ne demek istediği hakkında çıkarımlar yapabiliyorum. Ve hayatına en az tarzı kadar hayran kaldım. 

Konu Virginia Woolf olduğu için pek çok bilgi çıktı önüme. Ama bu benim blogum olduğu için ansiklopedik bilgilerden sıyırarak sadece ilgimi çeken kısımlarına yer vereceğim. Daha detaylı okumak isteyenler için Wikipedi ve Biyografi.info da çok fazla bilgi var.


                                                                                



Virginia Woolf, 1882'de Londra-İngiltere'de dünyaya gelmiş. Varlıklı ve saygı değer bir aileden gelmesine rağmen o dönem de kızları okula göndermedikleri için hayatı boyunca hiç okula gitmemiş evde özel öğretmenlerden eğitim almış.  Editör, eleştirmen ve biyografi yazarı olan babasının kütüphanesinde kendi geliştirme fırsatı bulmuş ve yazar olmaya karar vermiş. 

13 yaşındayken annesini kaybetmiş ve sanırım ergenlik döneminin de etkisiyle bu ölüm onu ağır depresyonlara sürüklemiş. Sinir krizleri geçirmeye, hayali yaratıklarla konuşmaya ve olmayan sesleri duymaya başlamış. Babası öldüğünde tekrar aynı şeyleri yaşamış ve normal hayatına dönmesi çok uzun zaman almış. 
22 yaşında kardeşleri ile birlikte farklı bir eve taşınan Virginia bu değişiklik, kaçış için; 

"Resim yapmaya, yazmaya, akşamları saat dokuzda çay yerine kahve içmeye kararlıydık. Herşey yeni, herşey başka olmak zorundaydı. Herşey denendi." yazmış. 

Virginia Woolf bilinen en önemli feminist yazarlardan, kadın haklarını arıyor, daha fazla öne çıkmamızı istiyor. Çok da doğru söylüyor. 

Kendisinin lezbiyen olduğunu fakat yayınlarını bastırmak için basım evi olan kocasıyla evlendiğini, kendisinin gerek edebiyat açısından, gerek ruhsal ve sağlık konularında en önemli destekçisi olduğunu, Woolf' un ölümünden sonra bile yayınlanmamış mektup ve yazılarını yayınlamaya devam ettiğini okudum. 



Ve Ölümü (wikipediden kopyalanmıştır.)

Perde Arası romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş, 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir. Virginia Woolf, geride iki intihar mektubu bırakmıştır. Birisi kardeşi Vanessa Bell'e diğeri ise kocası Leonard Woolf'a.
Leonard Woolf'a, 18 Mart 1941
"Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. O korkunç yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum."



29 Eylül 2014 Pazartesi

Dünya Mutfağı 1 ~ Kore Yemekleri

Daha önce Değişim Rüzgarları adlı yazımda alışkanlıklarımızdan bahsederken, bu konuya da yer vereceğimi söylemiştim. İşte sözüm :)

 Türkiye'de ki bir çok şehire oranla İstanbul, dünya mutfaklarından yemek ve ya denemek için oldukça uygun aslında. Fakat bizim alışkanlıklarımız, değişime kapalı oluşumuz, her yediğimizin içinde acaba ne var tereddütlerimiz veya her yediğimizi bizdeki birşeylere benzetmeye çalışma isteklerimiz sayesinde pek de kolay olmuyor. 

Ben her zaman yeni şeyler denemekten, keşfetmekten hoşlanıyorum. Her yaptığımız/gezdiğimiz/tattığımız/okuduğumuz/izlediğimiz/dinlediğimiz/duyduğumuz şey aslında bize yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Yeni bir ufuk veya düşünme fırsatı sunuyor. Buyüzden mutlu oluyorum. 

Bu çabalarıma neden Kore yemekleri ile başladım? Söylediğim gibi çevremdeki her olanağı değerlendirmekten hoşlanan ben, Kore sevdalısı bir arkadaşa sahip olursa bu iş pek de zor olmadı. :) Ona bu deneyim için buradan kucak dolusu sevgiler sunuyorum. Benim büyük hayallerimin arasında Sidney/Avustralya'ya yerleşmek, orada yaşamak olduğu için, bununla ilgili internette okunmadık blog, belge, sözlük bırakmamıştım. Bu arkadaşım da Kore için aynı sevdayı taşıyor. Bu sebeple bloğumda bir ilk daha yapıp, onunla bir röpörtaj/söyleşi tadında birşey yapmak istiyorum. Söylediğine göre onun gibi Kore sevdalısı baya varmış. Belki bir miktar ışık tutabiliriz böylece. Başka bir söz daha verdikten sonra asıl konumuza gelelim. 

Biz, Taksim Korean Restaurant ve Karaoke Bar olarak bilinen yere gittik. Ben burada iki kez yeme fırsatı buldum. Yemeklerini beğendim. Afiyetle yedim. Sadece bahsetmek bile ağzımın sulanmasına sebep oluyor. Bu sebeple benim için oldukça zor bir yazı olucak. 

Herhangi seçeceğiniz bir yemeğin fiyatı genellikle 30-40-50 TL arasında değişiyor. Fakat güzel olan bir taraf var ki size servis açılıyor ve yemekler ortaya geliyor. Örneğin biz ilk gittiğimizde kalabalık gitmiştik ve bir çok çeşidi herkes tatma fırsatı bulmasına rağmen, kişi başı 20 TL gibi bir fiyat ödemiştik. Çok fazla şey tatmak açısından kalabalık gitmek oldukça avantajlı. Onun dışında tek bir yemeği iki kişi de yiyebilirsiniz elbette. 

Bu şekilde altı çeşit mezemsi ikramları ne sipariş ederseniz edin önünüze geliyor ve extra bir ücret içermiyor. Bu çeşitler değişiyor. Fakat dikkat acılar kendilerini gösteriyor. 


İşte favorilerimden olan Kimbap. Bisküvi gibi gidiyor kendileri :)
Sushi'ye benzerliği sizi yanıltmasın içinde balık yok. Beyazlar prinç, prinçlerin içinde sosis,yumurta, havuç, salatalık gibi şeyler mevcut. Etrafı ise yosunla kaplı. Fiyatı 15 TL. 


Bu lezzetli şeyin adı da Pajeon. 
Deniz ürünleri ile hazırlanmış, sebze ve yeşil soğandan oluşmakta. Ortasındaki soya sosu, siz o çubuklarla tuttuğunuz parçayı içine batırmak için savaşırken şlap diye içine düşürmeye yarıyor. :) Tecrübeyle sabittir. Fiyatı 35 TL. 


İşte noodle larımızda geldi. İsmi Jjajangmyun.
Altında sade noodlelar var,üstünde siyah fasulye ve soğanla yapmış bir çeşit sos bulunmakta.
Noodlelar asla marketlerde aldığımız o saçma sapan şeylere benzemiyor merak etmeyin.
Fiyatı 28 TL.


Yeni şeyler denemekten korkmayın. Atılın diyor ve bu yazıyı burada bitiriyorum yoksa daha fazla salyalarıma hakim olamayacağım. :) 








25 Eylül 2014 Perşembe

8. Beyoğlu Sahaf Festivali

En son ne zaman sahaf gezdiniz? Bir kitap aradınız ya da sadece içlerinde bulunmak bile huzur verdi? Ya da hiç gittiniz mi? Bu büyülü, her sokağı farklı imkanlar sunan, eşsiz İstanbul karmaşasında neleri ne kadar farklı yapabiliyoruz ki değil mi?

Ben, kitap sever yaramaz, doğma büyüme İstanbullu, ilk defa bir sahaf festivaline katıldım. Çok eğlenceli, mutlu, huzur veren ve meraklı gözlerle geçti.

Eğer Taksime yolunuz bu aralar düşecek gibiyse bu fırsatı kaçırmayın derim. 7 Ekim'e kadar orada olacaklar.Belki güzel bir bayram aktivitesi olabilir değil mi?

Burada gerekli bilgiler var.



Ahh sayısız plak gördüm bugün, bazı sahaflarda plaklardan yükselen o nostaljik müzikler çok güzeldi.

Koleksiyoncular buraya :)



Arkadaşımın içinde barındırdığı anılar ile aldığı bu kitap çok hoşumuza gitti. 




23 Eylül 2014 Salı

Bir demet çiçek, Sadık ve Safdil'den.

                                                                           *
"Sadık, yazgısının sıkıntıları içinde avunmak için çareyi felsefede ve dostlukta aradı. Sabahları kitaplığı tüm bilim adamlarına, akşamları sofrası tüm dostlara açıktı. "


"Zerdüşt'ün öğretisi; "Seni ısıracak olsalar bile, sen yerken köpeklere de yedir. "


"Bilge kişilerle bir arada olmaya çalıştığı için, onlar kadar bilge sayılırdı. "

"Büyüklenme ve kıskançlık dolu olan bu sıkıcı adam yaşamda başarılı olamadığı için kötülük tohumları ekerek öcünü alıyordu. "

"En acımasız nefretlerin temelinde bazen çok ufak nedenler yatar. "

"Zerdüşt'ün dediği gibi, iyilik etmek için yılda bir kez fırsat çıkar, kötülük etmek için yüz kez. "

"Sadık artık mutluyum diyordu ama yanılıyordu. "

"Aşkın işaretleri kolay saklanmaz. "

"Gördüğü şeylere inandı, görmediklerini de düşledi. "

"Ruhu, duygularından arınıp sonsuz uzaklara atılmak istiyordu. "

"Biraz insanlığınız varsa güzelliğe ve zayıflığa saygı göstermenizi dilerim. "

""Zaman'ın koyduğu bir yasayı kim bozabilir? Yanlış da olsa eski bir yasa saygıdeğerdir" deyince Sadık "Akıl daha eskidir" dedi. "

"Vaktiyle çölün ortasında unutulmuş bir kum tanesi yazgısından yakınırmış; yıllar sonra elmas olmuş. Şimdi Hint hükümdarının tacını süslüyor. 
Bu sözler yüreğime işledi, o kum tanesi bendim ve elmas olmaya karar verdim. "

"Yalnız olmadıkları zaman insanların daha az mutsuz oldukları söylenir. Zerdüşt'e göre bu, arabozuculuktan değil, gereksinimden kaynaklanır. Böyle durumdaki insanlar mutsuz birine kardeş gibi sarılır. Mutlu bir insanın sevinci aşağılama gibidir; iki mutsuz, fırtınada zayıf iki ağaç gibi birbirine dayandıkça daha güçlü olurlar. "

"Ey herseye gücü yeten Orosmade! Bu adamı avutmak için beni buldun. Ya beni avutmak için kimi göndereceksin?"

"Bazı insanlarda doğuştan öyle bir özyapı gücü olurmuş ki bir bakış veya bir sözle karşısındakinin ne kadar aşağılık olduğunu duyumsatırmış. "

"Büyük Zind kitabında yazıldığı gibi, ayrılıklar ve kavuşmalar yaşamın en önemli iki anıdır. "

"Zerdüşt'ün kitabında dediği gibi " Güzel bir kadın sizi severse, bu dünyada belalardan kurtulmak hep olasıdır. "

"Kendi zenginliğini sergilemek için yabancıları konuk eden o büyüklenen cömert adam insanlığı, bu cimri adam da konuk etmeyi birgün öğrenecektir. Hiç birşeye şaşırmayın. "

"Ermiş ise Tanrı'nın niyetlerini her zaman anlamanın mümkün olmadığını, olayların küçük bir parçasını görerek karar vermenin doğru olmadığını savundu. "

"Sonra zevkten söz edildi; ermiş bunun tanrıların bir armağanı olduğunu kanıtladı. " Çünkü insan kendi başına duygu ve düşünceler oluşturamaz; acı ve zevk, öz varlığı gibi, ona dışarıdan verilmiştir. ""

"Kötüler her zaman mutsuzdurlar; onları bu dünyadaki bir avuç iyiyi sınamakta kullanırız. Sonunda bir iyiliğe yol açmayan kötülük yoktur. "

"Zerdüşt'ün dediği gibi yapılan iyilikler hep avluda kalır, kuşkular eve girerler. "

"Siz suçlu değilsiniz; suç yüreğimizde olur, oysa sizin yüreğiniz sevgi ve iffetle dolu. "